Haberleşme, devlet faaliyetlerinin dayandığı temel unsurlar arasındaki yerini ve önemini tarih boyunca korumuştur. Bu işin güvenilir ellerle ve hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi de hep önem arz etmiştir. Eski çağlardan beri birçok büyük devlet, at, deve, güvercin gibi birçok hayvanı habercilik hizmetinde kullanmış ve kendine özgü sistemler geliştirmiştir.
Bununla birlikte bizzat insan da bu iş için devreye sokulmuş, zaman içinde uzun mesafe koşabilen “haberci koşucular” kullanılmaya başlanılmıştır.
Özellikle savaş dönemlerinde düşman saldırılarında, yakın yerleşim birimlerinin haberdar edilmesi için bu koşucuların bulundurulması bir mecburiyet olarak ortaya çıkmıştır.
Ayrıca gizli özel mesajların iletilmesinde de bu habercilerden istifade edilmiştir.
Bu özel ve resmi haberleşme organizasyonlarından başka, padişahların maiyetinde bulunan ve sultanın mesajlarını uzak mesafelere koşarak süratle ulaştırmakla vazifeli bir de “peyk”ler bulunmaktaydı. Peyk kelimesi dilimize Farsça dan geçmiş “haber ve mektup getirip götüren kişi, postacı, haberci” anlamlarına gelmektedir.
OSMANLI’DA HABERLEŞME
Peyk kelimesi Osmanlılar’da da haber götüren kimse ve yaya postacı sınıfı için kullanılmıştır. “Peyk “ denen kişiler Padişah’ın çok özel mesajlarını iletiyorlardı. Bu görevin ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmemekle birlikte İlhanlı ve Selçuklular’dan Anadolu beyliklerine ve Osmanlılar’ageçmiş olabileceği düşünülmektedir. Fâtih Sultan Mehmed’inteşkilât kanunname’sinde peyk adı verilen bir görevli sınıfından söz edilmesi en azından XV. yüzyıl başlarında bu teşkilâtın varlığına işaret eder. Peykler genellikle padişahın hemen yanında bulunur, resmî haber ulaştırma ve istihbarat gibi görevleri icra ederlerdi. Özellikle padişahın emirlerini gerekli yerlere süratle bildirme başlıca vazifeleriydi. Fatih’in teşkilât kanunnamesinde sefer zamanında solakbaşı ile birlikte peykbaşı’nın padişahın yakınında bulunması gerektiği kaydedilmiştir. Bundan peykbaşı’nın padişah alayında solaklarla beraber sultanı koruma görevini de üstlendiği anlaşılmaktadır. Padişahın yakınında olduklarından bu mevkiye yakışır tarzda gösterişli ve süslü kıyafetler giyerlerdi.
XV ve XVI. yüzyıllara ait minyatürlerde padişah yanındaki peyklerin tasviri dikkat çekicidir ve bir tören kıtası şeklinde alayda yer aldıkları görülür.
Osmanlı Devletinde 15.-16. ve 17. yüzyıllarda yaya haberci olan "Peykler" Avrupalı yaya habercilere göre daha hızlıydılar ve daha uzun koşuyorlardı. 5-6 Yaşlarından itibaren özel eğitime tabi tutulan "Peyk adayları" değişik ortam ve koşullarda koşu çalışmaları ve beslenmeleri ile iyi şekilde yetiştirilirlerdi. 17-18 yaşlarına geldiklerinde ise İstanbul "At Meydanı'nda" çok ciddi bir sınava tabi tutulur, en iyi dereceyi alan da en yüksek maaş almak kaydıyla "Yaya haberci" olarak devlette göreve başlar, özellikle de sarayda görevlendirilirlerdi.
Postacı ve tören bölüğü olarak temelde iki görev icra eden peykler ince ve çevik yapılı olurlar, iyi koşabilmek için sürekli idman yaparlardı. Peykler çavuşların atla gidemediği yerlere giderler ve saatlerce koşabilirlerdi. Meselâ Edirne’ye iki günde gittikleri bilinmektedir.
1570’li yıllarda İstanbul’da bulunan Alman elçilik görevlisi Stephan Gerlach; sabah erken saatte yola çıkan iki peykten birinin Silivri’ye, diğerinin daha öteye giderek akşamleyin geri döndüklerini belirtir. Hatta döndüklerinde dinlenmelerine izin verilmeyerek gece yarısına kadar yürütüldüklerini, onlara refakat eden atlıların koşu sırasında yüzlerine su serptiklerini yazar (Türkiye Günlüğü, II, 596-597). Bu bilgiler peyklerin bir tür uzun mesafe koşucusu olduklarını ve yarış amacıyla bu niteliklerini zaman zaman sergilediklerini gösterir.
Osmanlı saray teşkilatında “Peykhâne-i Hassa Ocağı” adıyla yerini alan bu kurum, Sultanahmet civarındaki PeykhaneKışlası’nda barınan bir hizmet bölüğü idi.
Peykler, koşma kabiliyetlerinden dolayı ilk zamanlar padişahların buyruklarını tebliğ için istihdam edilmişlerdir. Yani bir tür “acele posta servisi” hizmeti görürlerdi. Daha sonraki yıllarda ise Osmanlı’nın görkemini ortaya koymak için sadece merasimlerde gözükürek padişahın yakın korumaları oldular.
Fatih Kanunnamesi peyklerin, mevkib-i hûmayun denen saltanat alaylarında, padişahın yakın çevresinde yer almalarını öngördü.
1492’de Sultan İkinci Bayezid’e karşı düzenlenen bir suikast ten sonra saltanat alaylarında bir balta taşıyarak katılan peykler, ateşli silahların yaygınlaşmasından sonra da törenlerde uzun namlulu tabanca taşımaya başladılar.
YALIN AYAKLI KOŞUCULAR
Osmanlı sarayının “acele posta” hizmetlerini gören bu rüzgaradamlar, yüksek düzeyde dayanıklılık gerektiren bu zor vazife için küçük yaşlardan itibaren hazırlanmakta ve sürekli antrenman yapmaktaydılar. Antrenman teknikleri hakkında fazla bilgi sahibi olmadığımız bu peykler vücutça zayıf ve çevik bir görünüme sahip idiler.
Bunlar 16. yüzyılın sonlarına kadar, koşularını daima yalın ayak gerçekleştirmişlerdi. Kızgın kumlar üzerinde çıplak ayaklarla değişik koşuları ihtiva eden antrenmanlar yapıyorlardı. Bunun neticesi olarak, ayak tabanlarında çok sert, nasırlı ve hissiz bir tabaka oluşmuştu. Hatta bazı kaynaklar, peyklerin topuklarına madeni bir levha taktırdıklarından ve kemik sertliğindeki deri tabakasına çivi çakabilmek için nalbantların oldukça zorluk çektiklerinden bahsetmektedir.
Koşu antremanlarına küçük yaşlardan itibaren başladıkları bilinen Osmanlı peykleri, belirli bir antrenman sürecinden geçtikten sonra, sarayın düzenlediği peyk seçme imtihanına katılıyorlardı.
Avusturya sefiri olarak ülkemizde vazife yapan Ogier Ghiselinde Busbecq; 16. yüzyıl ortalarında, Atmeydanı ’nda sık sık peyk seçmelerinin yapıldığını, çok sayıda koşucuya sahip Türklerin bu meydanda bir birbirleriyle yarıştıklarını, en başarılı olanlarının peyk’lik hizmeti için tercih edildiğini ve bunların oldukça yüksek bir ücret aldıklarından bahsetmektedir.
AKIL ALMAZ PERFORMANS
Uzak yerlere acele haber göndermekte kullanılan bu peykler, gece dahi istirahat etmeden bütün gün boyu 24 saat aralıksız koşabildikleri için daha çabuk hedeflerine ulaşabiliyor ve daha güvenilir sayılıyorlardı. Tam günlük performansları 25-30 fersah (1 fersah yaklaşık 5 kilometre (125-150 km)) olan bu peykler, İstanbul - Edirne arasındaki 156 kilometrelik mesafe için bir gün ve bir geceye ihtiyaç duyuyorlardı. Yani saatte ortalama 6.5 km. koşmuş oluyorlardı.
Kanunî dönemine ait bir seyahatnamede ise, Sinan Paşa’nın peykinin bu mesafeyi bir günde alıp, ertesi gün döndüğünü yazmaktadır.
Böyle uzun mesafeler için ihtiyaç duyulan acele haberleşmelerde niçin atlı habercilerden istifade edilmediği sorusu akılları kurcalamaktadır. Aynı kaynaklarda, uzun süreli dayanıklılık söz konusu olduğunda koşucuların atlara karşı üstün geldiğinden bahsedilmektedir.
Peyklerin gece-gündüz hiç dinlenmeden 24 saatte katedebildikleri İstanbul, Edirne arasını, atlı posta tatarları ancak iki günde alabiliyorlardı. Atlı haberciler, yorulan atlarını da menzillerde değiştirerek mesafeleri hızla kat edebiliyorlar, fakat sadece gündüz gidebildiklerinden, toplam olarak daha uzun bir süreye ihtiyaç duyuyorlardı.
Aynı şekilde Selçuklu dönemi kaynakları da uzun mesafeler için atlarla koşucular arasındaki performans farkı ile ilgili olarak, iyi hazırlanmış bir atın günde 90 km, iyi yetişmiş bir peykin ise 120 km. koşabileceği belirtilmiştir.
ÇINGIRAK DA TAKIYORLARDI
Dizlerinin altında bağlı bulunan çıngıraklar, sesler çıkararak yol üstündeki küçük hayvanatın, kaçışarak zarar görmemesini sağlar. Bu çıngıraklar peyklerin belirli bir ritmi yakalamalarını ve tempo tutmalarının yanı sıra, bugünkü itfaiye, polis ve cankurtaranların siren sesi gibi geçiş üstünlüğü sağladığı da düşünülmektedir. Ayrıca peykler, durmaksızın gece-gündüz süren bu uzun maraton boyunca bellerinde içi badem ve akide şekerleriyle dolu bir mendil taşıyorlar, güç kazanmak ve baygınlığı önlemek için belli aralıklarla bunları yiyorlardı. Peykler; bellerine çıngırakları asılı gümüş kemer takar, yeşil gömlek giyerler. Kemerlerinde badem ve akide şeker torbası bulundururlardı. Glikoz ihtiyacını bu şekerlerden karşılar bazen de gittikleri yerlerde çocuklara bu şekerlerden ikram ederlerdi. Modern beslenme bilimi, uzun süreli dayanıklılık gerektiren maraton, bisiklet gibi sporlarda insan organizmasında bulunan karbonhidratın, ihtiyaç duyulan enerjiyi karşılamaya yetmediğini, performansın korunabilmesi için, yarışma esnasında ek karbonhidrat alımına ihtiyaç olduğu görüşündedirler.
Gece gündüz devam eden bir koşuda temponun düşürülmeden korunabilmesi için, fizikî güç, antrenman tekniklerinin yanında bu tür bir karbonhidrat takviyesinin gerekli olduğu aşikardır.
Peykler yeniçeri askeri gibi üç ayda bir maaş (ulûfe) alırlardı. Başlarında bulunan en yüksek rütbeli görevliye peykbaşı veya ser-Peykân-ı hâssa denirdi. Ondan sonraki rütbeler başmüjdeci, peykler kethüdâsı ve ikinci müjdeci idi. Padişah merasim ve alayla çıktığı zaman maiyetinde otuz peyk, özel gezintilerinde ise on iki peyk bulunurdu. (Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 442).
XVI. yüzyılda peyklerin sayısının 40 ile 100 arasında değiştiği, XVIII. yüzyılda ise bu sayının 150 kadar olduğu belirtilir. Peykler gibi görev yapan Şatır’lar da ayrı bir teşkilât oluşturmuştu. Bunlar XVII. yüzyılda kaldırılmış, daha sonra yeniden kurulunca efradının peykler arasından seçilmesi kararlaştırılmıştı (a.g.e., s. 445-446). Peykler yılda iki defa yazlık ve kışlık olarak elbise alırlardı. Ayrıca bayramlarda kendilerine bayramlık adıyla elbise veya bunun nakdî karşılığı verilirdi. Padişah saraya veya misafir edildiği bir binaya girerken yerlere çok kıymetli kumaşlar döşenirdi. Padişah geçtikten sonra bu kumaşları peykler, solaklar ve musahipler kaldırırdı. (a.g.e., s. 63).
Peykân-ı hâssa adı verilen sınıfın koğuşları Sultanahmet civarında idi. Peykhâne de denilen bu kısımda XVI. yüzyılda çavuşların da bulunduğu anlaşılmaktadır (Selânikî, I, 408). Peyk teşkilâtı 3 Mayıs 1829’da tamamen kaldırılmıştır.
Peykler hakkında da maalesef elimizde çok fazla yazılı kaynak yok. Fakat bu kıt kaynaklar ışığında bile peyklerin uygulama teknikleri açısından çok gelişmiş bir bilgi ve kültür düzeyine sahip oldukları açıktır. Mesleğe adam seçme sistemleri, ücretlendirilmeleri, antrenmanları ile iyi işleyen orjinal bir sistemin varlığını ortaya koymaktadır.
Özellikle koşular esnasında karbonhidrat alımına devam ederek, glikojen rezervlerini korumak ve antrenmanlarla pekiştirilen belirli bir temponun sürekli korunabilmesi için dizlere bağlanan çıngırakların periyodik seslerinden yararlanarak tempo tutmak gibi performans artırıcı bir takım yöntemleriyle, yaşadıkları çağa göre oldukça ileri bir bilimsel ve teknik anlayışa sahip olduklarını gözler önüne sermektedir.